Just another WordPress.com site

DİNİ

“Sükût-u lisan, selamet-i insan!”

 
   
 
     

 

BÜTÜN DÜNYA BENİM OLSA GAMIM GİTMEZ NEDENDİR  BU,

EZELDEN GAM TURABIYLA YOĞRULMUŞ BİR BEDENDİR  BU,

ARKADAŞ,TERKETME İNSAFI, MAKAM-I İMTİHANDIR  BU,

 GELEN GİDER GİDEN GELMEZ İKİ KAPILI HANDIR  BU…

 

Yüreğinin sesini biraz daha aç; Çünkü hiçbir "gül" topraksız,

Hiçbir hayat "umutsuz" yeşermemiştir…

Yaşıyor olduğumuz gerçeklikle seni anlamak…
 

 

SENİ ANLAMAK ve anlatmaktan ne kadar uzak olsak da sen şefkatin ve ünsiyetinle bize o kadar yakınsın. İdrak sınırlarımızın, fehim derecemizin, kavrama kabiliyetimizin çok üzerinde olmanla birlikte anlayışın, sevgin, ilgin, merhametin bütün sınırları kaldırıveriyor; bizden biri kılıveriyor seni…

Öyle olmasan bize nasıl örnek ve önder olabilirdin; hidayeti ve dalaleti, nuru ve narı nasıl ayırır da sırat-ı müstakime erişirdik.

Elest Meclisinde “Bela” cevabını vermeseydin yokluğa yuvarlanmaktan kurtulabilir miydik? Hamd zikrin olmasaydı o mecliste, kâinat mükevvenatıyla varlığa merhaba der miydi?

Atomun etrafında mevlevivari dönen her elektron, galaksilerin merkezi etrafında sa’y eden her yıldız; coşkuyu zikrinden ve nurundan almıyor mu?

Yine sen hasta oluyorsun bizim gibi, üşüyorsun, acıkıyorsun, söküklerini dikiyorsun, ailenle problem yaşıyorsun. Küçümseniyorsun kavmince, alaya alınıyor, hafife alınıyor, belki de ağlıyorsun gizlice… Bir kadını seviyorsun – Hz. Hatice- o kadın da sana âşık…

Zaman ötesine, mekân dışına çıkıyor ebediyetlerde geziyorsun; cenneti cehennemi görüyor, bizim gayben inandığımıza bizatihi müşahede ediyor, hakkal yakin görüyorsun. Rabbül Âlemin olan Cemil-i Zülcelâl vel ikramla perdesiz ve hicapsız görüşüyor, bütün isim ve sıfatlarını bütünüyle ayine oluyorsun…

Yine sen elinde kılıç ashabınla beraber savaşa gidiyor, yaralanıyorsun, dişin bile kırılıyor. İstişarede görüşün çoğunluğun karşısında kalınca çoğunluğa uyuyorsun.

Ya Taif, kim dayanabilir ki buna. Yine de “Bilmiyorlar deyip” bedduada bulunmuyorsun. Ufacık bir diken batınca dünyayı velveleye veren bizlere başka nasıl örnek olurdun? Küçük bir sözden öfkeye kapılan bizleri de dışarıda bırakmayışın; şefkatinin genişliği ve derinliğinden.

Evvel, Ahir, Zahir, Batın isimlerinin yansımasıyla kâinatın her zerresinde, zamanın her anında nurun var. Beşer olarak öldün; her insan gibi, her nefis gibi. Ölümsüzlük adresini bıraktın giderken.

Kâinatın kalbini okuyan Kelam- ı Ezeli sana indi, senin kalbine, senin hayatına… Ama sen ümmisin. Ümmiğinle bütün milletlere muallim oldun; ne güzellik erişmişse insaniyete senden yansıma, nurundan bir şule.

Seni sevmeyi aşk ifade edebilir mi? Aşk nedir ki seni sevmenin yanında? Seni anlamak, idrak duvarlarının ötesinde olsa da bu aklımız, bu kalbimiz, bu latifelerimizle anlayabildiğimiz kadarıyla anlıyor, sünnetine ittiba ediyoruz. Cüzi mi cüzi bir irade var elimizde, iktidarımız kısa; şefkatin ve nurun yetişmese yine karanlıklarda, yine yokluklarda yuvarlanıyor olacağız.

Bazen olur ki bilemediğimiz, ifadelendiremediğimiz bir sıkıntı doğar içimizde; senin nurundan uzaklaşmamızdan olsa gerek. Yine aynı sıkıntı birden kayboluverir; ümit güneşi doğar, bütün kâinatı avuçlarımızın içinde, kalbimizin kıyısında buluruz. Bütün kâinatı aydınlatan nurun aklımıza, kalbimize, duygularımıza da aydınlatmıştır…

Şefkatindir yetişen, re’fetindir ünsiyet veren. Kâinat emrindeyken Ashabına kalkıp su dağıtman; kâinat dolusu hamd getirmeli, zerrat adedince salât ve selam getirmeli böylesi Peygamber’e (a.s.m.) ümmet olduğumuzdan…

Semavat ve arz nurunla ayakta duruyor; bize de şefaat et ki imanımız da ayakta dursun, Ey Allah’ın elçisi, Ey Rahman’ın Habibi (a.s.m.)… Dünya kazuratlarından kurtulalım, hidayet rızkıyla rızıklanalım, af ve afiyete erişmekle şifa bulalım.

Yaşıyor olduğumuz gerçeklikle senin hakikatini anlamamız mümkün değil; bizi bu halimizle ümmetinden eyle; dünya ve ahiret sıkıntılarımızda himmetin, şefaatinle yanımızda ol; Ey “Ol” deyince her şey oluveren, Kadir i Küllü Şey ve Cemal-i Bakiye’ye en yakın olan… Kâinatın zerratı adedince ebede kadar Salatü Selam senin ve Ashabının üzerine olsun… Seni sevenlerin sana ettiği bütün Salatü Selamları aynıyla

 takdim ediyoruz…

Ebeden daimen…

Hüseyin Eren

 

 

Alem bir aşk için yaratılmış ve Aşk imiş her ne var alemde!…. 

Ne garib;

buralarda terk edilen ile

terk eden bir.

ya “bir olan”a vefa ne alemde!  

 

Ahmed, Mahmud ve Muhammed olanın aşkına!
Üşümüşse ruhun, namazın sıcaklığına sığınıp gelmez misin kendine…
Oruç, melekleri görünür kılmaz mı?
Dünya kayalıklarının uçurumlarında zekat elimizden tutmaz mı?
Hacılar Kabe yollarına döküldüklerinde çöller aşka boyanmaz mı?
Kandil geceleri sadece mahyaların ışığı mı yanar?
İçimizin kandilleri yanmaz mı?
Yeter ki yokluğun kapısında ol ve varlığın kapısı çal.
Çözülür o zaman muamma.
Şerh eder canını ulu bir sultan.
Yeter ki kapıda ol.
Suretinden çıkarak, dünyayı ardında bırakarak.
Gül yaprağına düşen çiy de bir şey söylemez sana…
Hele bir leylaklar arasından geç bakalım, duymaz mısın İsa nefesini…
Teslim ol ve bekle.
Seni de bulur bir tecelli rengi…
Bir bahara uyanır, o zaman çiçeklerinin boyunların bükük olmadığını
ve hiç solmadıklarını görürsün.
Sarı yapraklar dünyada kalır, sen ebedi bir baharın soluğuyla dirilirsin.
Gördün ki sen yok oldun.
Aşk dirildi…

Mustafa ÖZÇELİK

 

Kalbin secde ediyor mu?

Kalbin secdesi, âzaların secdesi gibi değildir.
İnsanın âzaları, yüzü ve elleri secdeye gider. Burası açık.
Fakat âzalar secdeye gittiği gibi secdeden gelir de.
Yani insan ne kadar secdeye kapanıyorsa, o kadar da secdeden kalkar.
Kalkmayacak olduğunu bilen kaç kişi secdeye gider?
Azalar kalkabildikleri sürece secdeye kapanırlar.
Kalp ise kalkmamak için ve kalkmamak niyetiyle secde eder.

 Bir kere secdeye kapanmaya görsün,
bir daha kalkmaz, kalkmayı istemez, beceremez de zaten.
Ey talib, asıl marifet kalbin secdesidir;

âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir.
Sen bak bakalım, kalbin hiç secde ediyor mu?
Nedir secde? diye soruyorsun.
Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır, hiçleşmektir.

Hiçleşmek ise, aslâ bir daha kalkamayacağın
bir biçimde yüz sürmektir toprağa!
Sen bu secdenin izini, alınlarda değil, kalplerde ara!
Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan, hiç tereddüt etme,

yüz süreceğin
toprağı bulmuşsun demektir.
O hâldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!
DÜCCANE CÜNDİOĞLU

 

 

Yaralı, dillerde hep yâr!
Mahcup, mücirim, göğe açılır kollar
Gökten yağmur yağmur pişmanlık yağar..
Amin der melekler tevbelerine…

 

Gönlü secdede olana kâinatın hangi köşesi gurbet, zamanın hangi karesi karanlık,

mekânın hangi kesiti kesret? Kâbe çok mu kalabalık, secdeden başka kim var orada;

ne eş, ne dost, ne keder, ne kesret, ne yalnızlık…

 

Copyright ©2009 KARDELEN™

 

Ağlamak….

 

 
 


 

 

 

                                   

Ağlamak;

 

Rahmandan kuluna bir armağan, bir rahmet!…
Ağlamak;
İçteki sıkıntıları dışa atmaktır…

sıkıntılardan arınmaktır!…
Bazen sevgiliye naz! Bazen sitemdir!

Bazen de anlaşılamamaktır…
Bazen pişmanlığın ifadesi…

Ağlamak;
Kaybedilene ağıt! Hüznün doruk noktası…
Resulün kaybettiği oğluna hediyesi …
Ya Resulallah! Sen de mi? Dedirten inci taneleri…
Bazen Rabbe yöneliş!…
Bazen af dileme!…
Bazen acının inci inci dışa vuruşu!
Adeta acının yıkanması… toprağa karışıp yok olması…
Bazen sevincin gözlere yığılması,

ardından göz pınarlarından süzülen daneler…
Yürekte sevinç fırtınaları koparken,

gözlerin mahzunluğu!
Söylemek !hissettiklerini ifade etmek insana uzakken,

 süzülen damlalarla bunları tek tek yazmak!
İçteki gök gürültüsünün adeta yağmuru davet edimi…

Yakub’un Yusuf’a özleminin ifadesi!…

Net, yalın, riyasız hiçbir kelime telaffuz etmeden

tüm çıplaklığıyla,
duyguların ifadesi…
Ve ağlayabilmek;
Gece yarısı mahlukat uyurken,

seccadesinde Rabbine huşuyla yönelmiş,
alın secdede, Rabbi ile buluşmanın doruk noktasında…
bir müminin gözlerinden süzülen damlalar!

Belki de diğerlerinin kurtuluşuna mütesebbib!…
Rabbinden rahmet olarak….
Bir annenin yavrusuna özlemi, hasretinin ifadesi!…
Duygular kumkuması içindeyken kalbin birden infilak etmesi…

Ve gözyaşı;
Rabbinden rahmettir mümine!…
Bir tesellidir anneye! Sevgiliye sığınak!…
Mecnundan Leyla ya kalan hatıra!…
ve Resulden ümmetine merhamet!…

Birakin aksın gözyaşlarım…Dokunmayın…Bırakın…
Bi onlar anlar beni,

bi onlar tüm yükümü atmamı istercesine usulca akar gider benden…
Bırakın aksın  rahmet pınarları….
(ALINTI)

              

 

Bir gülüş kadar içten
Bir gülüş kadar gerçeğiz
Kim olduğumuz, ne olduğumuz önemli değil
Kendimizi ifade edebildigimiz yerdeyiz
Sevildiğimiz kadar değil
Sevebildiğimiz kadar değerliyiz!

 

Copyright ©2008 KARDELEN


Kalbin hazineleri …

   

 

 

 

 

 

 

 

 

  

  

   

 Kalbin hazineleri  

İrfan sahiplerinin kalbi, yeryüzünde, Allah-u Zülcelal’in hazinesidir. O hazinelerde; inceliğinin çözümü güç hikmetler, derinliğine akıl ermeyen sevgiler bulunur. İlmin aydınlıkları oradadır.

Kalp, neden kar eder, neden zarar eder? Bütün bunlar iyi bilinmelidir. Sonra, kalbin başlıca düşmanı olan, şeytandan ve onun şerrinden Allah-u Zülcelal’e sığınmalıdır.

Kalp, Allah-u Zülcelal’in hazinesi olduğuna göre, ona, Allah-u Zülcelal’den başkasına ait bir şey koymamak bir vazifedir. Çünkü Allah-u Zülcelal, ancak kalbe bakar. Baktığı zaman, başkasını görürse, darılır. Sahibini rezil eder. Süründürür. Düşmanlarını, o kalp sahibinin başına salar.

Kalple yapılan işler, Allah içindir. Ona riya, gösteriş karışmamalı. Dış duygular ile yapılan işler, karışık olur. Kalple yapılan işler, dış duygular olmadan kabul olunur, ama dış duygularla yapılan işler, kalpten gelmezse, makbul olmaz. Kaldı ki, sevap da getirmez.

Bir kul, dış duyguları ile bir iş tutar da, kalbi yönü ile zayıf olursa, onun için verilecek hüküm, kalbinin iyi olmadığıdır. Kalben kusurlu oluşudur. Onun düzeltilmesi icap eder.

Bir kimsenin, kalben yaptığı amel doğru olursa, dış durumu az kusurlu olursa, onun mükafatı yine de bolca olur. Ki bu mükafat ancak, kalben yaptığı amel için verilir.

Musa (as) bir gün, üçyüz seneden beri, bir taş üzerinde ibadet etmekte olan birine rastladı. Durmadan ağlıyor, gözyaşları su gibi akıp geliyordu. Onun yanında durdu. Ağlamasına baktı. Kendisi de ağlamaya başladı ve şöyle yalvardı:

– Ya Rabbi, bu kuluna merhamet, ona acımayacak mısın? Şu cevabı aldı:

– Hayır, acımayacağım… Sebebini sorunca şu cevabı aldı:

– Onun kalbi, benden başkası ile olmak ister. Onun bir cübbesi var, onunla örtünüyor. Sanıyor ki, kendisini, sıcaktan ve soğuktan o cübbesi koruyor.

Resulullah (sav) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Bir kulun kalbi tam olmadıkça, yaptığı işler de tam olmaz. Kalbin tam ve sağlam olması için ise dilin sağlam olası gerekir.”

Allah-u Zülcelal Musa (as)’a şöyle vahyetti: “İsrailoğullarına söyle, bana ibadet edilen yerlere girdikleri zaman, kalplerinde korku olsun. Basiretlerini açık tutsunlar. Vücutları temiz, niyetleri doğru olsun.”

  

 

  

 

 " Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm.

 Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım ve Senin rızanı istiyorum ve

Seni arıyorum."
       Allah’ım, bizi saadet, selâmet, Kur’ân ve iman ehlinden eyle Âmin.

 

   Copyright ©2008 KARDELEN™